Yağmur Duası

Standard

Yağış ormana-ağaca, buluta, yüksekliğe, neme ,denize-suya, rüzgara bağlı doğa olayıdır. Yağmur duasına gelince;

Yağmur duasına benzer ritüelleri geçmiş uygarlıklarda da görebiliyoruz. Birbirini etkileyen ve birbirine geçen mitolojilerde değişik versiyonlarda farklı efsaneler anlatılır. Zamanımızdan yaklaşık dört bin (MÖ1800) yıl önce kurulan ve belli aralıklarla varlığını bin yıl kadar sürdüren Hititlere ait bulunan tabletlerden anlaşıldığına göre, her doğa olayının, rüzgarın, fırtınanın, denizin, suyun, gökteki cisimlerin, tarımın, hayvanın, bitkinin bir tanrısı vardır. Mitolojide  tanrılar, insana benzeyen varlıklar olarak kabul edilir.  Krallar çoğu kez tanrıların temsilcileridir. Tanrıların davranışları, duyguları, yemeleri içmeleri, giyimleri kuşamları insanın

 benzeridir.Yağmurun yağması, ürün verimliliği, toprağın bereketi, yiyecek içeceğin bolluğu, insanların mutluluğu tanrıların sorumluluğundadır. Bu yüzden tanrıların, sunaklarda kurbanlar kesilerek şarap ikram edilerek, gönül okşayıcı sözler söyleyerek memnun edilmesi gerekir. Aksi durumda ülkede felaketlerin geleceğine inanılır. Tanrılar genelde insan şeklinde hayal edilir. Bu yüzden davranışları da insana benzer;  sevinir, mutlu olur, üzülür, sinirlenir, öfkelenir.Hititlerde Tarım tanrısı ile ilgili anlatılan efsane ilginçtir;

    Nedeni bilinmeyen bir olaydan dolayı, fırtına tanrısını oğlu tanrı Telipinu, bir gün öyle sinirlenir, öyle sinirlenir ki öfke nöbetine tutulur. O telaş ve acele ile sağ ayakkabısını sol ayağına, sol ayakkabısını da sağ ayağına ters giyerek ülkesini terk eder. Onun gidişi ile ülkede felaketler başlar. Pencereleri sis tutar, evleri duman kaplar, ocaklarda odunlar, ağılda koyunlar, ahırda sığırlar boğulur. Koyun kuzusunu, inek buzağısını reddeder. Arpa buğday yetişmez, sığırlar, koyunlar, kadınlar gebe kalmaz, gebe kalanlar da doğurmaz. Tohumların ve hayvanların doğurganlığı, bereketliliği, gelişmesi ve bolluğu bozkıra dönüşür. Dağlar, çayır ve çimenler, bütün otlaklar ve su kaynakları kurur. Gökten bir damla yağmur düşmez. Sonunda Telipinu’yu bulup getirmesi için fırtına tanrısı bir kartal görevlendirir. Kartal, yüksek dağlarda uçar, keskin gözleriyle derelerde, vadilerde Telipinu’yu arar, fakat bulamaz ve başarısız olarak geri döner. Güneş tanrısından bir mesaj getirir. Fırtına tanrısı tanrıların anası Hannahanna’ya “açlıktan öleceğiz, ne yapalım” diye sorar. Hannnahanna, fırtına tanrısına, “Bir şeyler yap, çık kendin ara” der. Fırtına tanrısı yola çıkmak üzere şehir kapısını açmak için kavrar, silkeler kapı açılmaz. Ne kadar çalışsa da kapı açılmaz. Hannahanna bu kez de arıyı Telipinu’yu bulması için görevlendirir. Arı uçar gider ve Telipinu’yu uyurken bulur. Onu sokar ve uyandırır. Bal mumu ile kirlerinden temizler ve onu eski haline döndürerek ülkesine getirir. Telipinu’nun gelmesi ile pencerelerden sis, evlerden duman kalkar. Koyun kuzusunu, inek buzağısını emzirir. Gebeler doğurur, Göklerden yağmur iner, su kaynaklarından gürül gürül su akar, bolluk ve bereket başlar, çayır ve çimenler yeşerir. Tüm bunlar üzerine insanlar sunaklara koşar ve tanrılara kurbanlar verirler, dua ederler .

ANADOLU’DA Dört Bin YILI YAŞAYANLAR


Maden aramada izin alınması zorunlu makamlar

Standard

Konu, Kapadokya sınırları içinde bulunan Avanos ve Özkonak arasındaki Ziyaret Dağındaki altın arama olduğuna göre açıklamalara devam diyoruz;

Maden arama ruhsatında hangi makamlar etkili ve hangi işlemler- izinler kaç kez bu makamlardan alınıyor.

İncelediğimde en çok işlem, ne gariptir ki, Çevre ve Orman Bakanlığından çıkıyor. Bir yandan orman yapıyor, çevreyi güzelleştirip neşelendiriyor.( Bu çalışmalara bölge halkı olarak, 30- 40 yıl önce bizzat şahit olduk.) Öte yandan aynı yerlerin zehirlenmesi, ağaçların sökülmesi, darmadağın edilmesi için ruhsat için gereken , sakıncası yok onayını veriyor. Bu bir yönetim anlayışı mıdır?

Durum şöyle;

İzin veren makamlar;  Maden İşleri Genel Müdürlüğü   1 kez,

Çevre ve Orman Bakanlığı;                                       5 kez

Tarım İl Müdürlüğü            ;                                        1 kez

Bayındırlık Bakanlığı veya Belediye       ;                 2 kez

İçişleri ve Bayındırlık Bakanlığı              ;                 1 kez

İçişleri Bakanlığı                                      ;                 1 kez

DSİ veya Belediye                                   ;                  1 kez

Kültür Bakanlığı                                      ;                   1 kez

Tedaş                                                        ;                    1 kez

Arazi sahibi                                              ;                   1 kez

Çalışma Bakanlığı ve İl Özel İdaresi       ;                    1 kez

SSK Çalışma Bakanlığı Vergi İdaresi     ;                     1 kez

Diğer izinler, askeriye, DSİ vs                ;                      1 kez 

Yasalar işi bu kadar zorlaştırıyor. İnce elenip sık dokunmasını istiyor. Ama gel görelim pratikte böyle mi?

Beni en çok düşündüren Çevre ve Orman Bakanlığı, bu konuda da benim aydınlanmaya ihtiyacım var.

“Yerine yine dikeriz,” sözleri sonuç getirmez. Çünkü kullanılan zehir, suları kirletecek , toprağı acıtacak ve kısırlaştıracak.  Sel suları ile sürüklenen siyanür Kızılırmak’ı zehirleyecek.

Hüseyin Seyfi                                          

Siyanür kullanmanın tehlikesi nelerdir, dünyadaki örnekleri.

Standard

siyanür etkili bir zehirdir. “Tarihte önemli komutanlar ve krallar yenildiklerinde ya da kaybettiklerinde, intihar etmek için yüzüklerinin içinde siyanür taşırlardı.”

Siyanür, çevreye bırakıldığında çok ileri derecede halk sağlığını tehlikeye sokar. Siyanürlü suyun herhangi bir nedenle- şiddetli yağış, sel taşması sonucu nehirlere karışarak, büyük miktarda balık ölümlerine, içme sularına karışmasına, tarım arazilerine bulaşmasına yol açar.

Maden araması sırasında siyanür kazalarının yol açtığı dünyadan bazı örnekler şöyle;

1971’de Romanya’da Certej altın madeninin atık barajının patlaması sonucu 300 bin metreküp zehirli su Certeju de Sus adlı kasabayı bastı. Olayda 89 kişi yaşamını yitirdi.

Amerika’da, 1982’de maden arama sırasında  Zortman kasabasında siyanür içme suyuna karıştı. Uyanık bir çiftçinin musluktan siyanür kokusunu almasıyla felaket büyümeden önlendi.

1984 Papua Yeni Gine’de maden aramanın sonucu bölgeye bırakılan maden atıkları sonucu çevrede yaşayan en az 50 000 kişiyi etkiledi.

1995 yılında Guyana’da maden işletim sırasında dev bir sızıntı sonucu üç nehir kirlendi.

1996 yılında, Filipinler maden arama sırasında çok büyük bir felaket yaşadı. Maden tünelleri taştı. Onlarca köy tahliye edildi. Bölgedeki tüm tarım alanları kullanılamaz hale geldi 

1998’de Kırgızistan altın madeni arama sırasında 2 ton sodyum siyanür taşıyan bir kamyonun devrilmesi sonucu tan 2000 kişi tıbbi tedavi gördü.

2000 yılında Romanya’da maden tortusunu çözelti barajının yarılması sonucu siyanür Tisza ve Danube nehirlerine karışarak balık ölümlerine yol açtı. Ayrıca nehir akışıyla 400km yol alarak eski Yugoslavya , Macaristan’a ve Karadeniz’e ulaştı.

2014 yılında Meksika’da 500 000 galonluk siyanürlü havuz şiddetli yağış sonucu taştı.

 2014 Kanada’da Mount Polley altın madeninde zehirli atık sızıntısı yaşandı. Zehirli atığın Polley Gölü’ne kadar ulaştığı kaydedildi. Olayın üzerine bölgedeki somon balığı çiftlikleri kapatıldı. Çevre örgütleri, incelemelerin ardından zehirli atığın içinde nikel, arsenik, bakır ve kurşun olduğunu duyurdu.

2015’te Kanadalı Barrick Gold adlı şirketin Arjantin’de işlettiği Veladero altın madeninde siyanür sızıntısı oldu. Bin metreküpten fazla siyanürlü atık Potrerillos nehrine karıştı. Yetkililer olayın bir vana sorunundan kaynaklandığını duyurdu. Siyanürlü suyun 5 nehre ulaştığı tespit edildi. Tespit edilen önemli 11 siyanür kazasının 6’sı Türkiye’de  ve en son, Kapadokya – Özkonak Bölgesinde altın arama faaliyetlerinde bulunan  Kanadalı şirkete ait

Siyanür

Standard

Son yıllarda ülkemizde maden, özellikle  altın aramalarında Siyanür sık sık gündeme gelmekte, maden aramaları bulundukları yörelerde protesto edilmektedir. Nedir, bu Siyanür? Gerçekten zararı var mıdır? Yoksa, gösteriler, karşı çıkmalar, sırf çevrecilerin organize ettiği boş bir gürültü müdür?

Kimyasal olarak siyanür, karbon ve karbona bağlı üç azot atomu içeren bir bileşiktir.

Siyanür, renksiz uçucu bir gazdır.

Siyanürün kendisi ve türevleri zehirli maddelerdir. Siyanür, hidrosiyanik asit ve bu asitten türeyebilen metal tuzlarının genel adıdır. Hidrosiyanik asit, acı badem kokusunda uçucu bir maddedir. Her zaman bu kokuyu vermeyebilir ve her birey aynı kokuyu algılayamaz.

Siyanür gazı yoğunluk açısından havadan hafif bir gaz olduğu için, çabuk buharlaşarak kolayca yükselir.

19. yüzyıldan beri altın ve gümüş madenlerinin ayrıştırılmasında- üretiminde siyanür kullanılmaktadır. Siyanür bozundurma ünitesi olmayan tesislerde siyanürün yeraltı sularına karışma ihtimali çok yüksektir. Dünyanın en güvenilir bulunan şirketlerin bile büyük çevre felaketlerine yol açtıkları bilinmektedir.

Siyanüre maruz kalındığında, insan sağlığını ve yaşamını tehdit eden bir maddedir; nefes alıp vermekle, suyu içmekle, meyveyi yemekle ve toprağa dokunmakla siyanüre maruz kalınır.

Siyanür, oksijenin vücuda girmesini engellediğinden hücreler oksijensizlikten ölür. Diğer organlara göre beyin ve kalbe verdiği zarar daha büyük olup ölümcüldür.

Siyanüre maruz kalan bitkiler , nefessiz kalarak ve topraktan siyanür emerek  kururlar.

Siyanürün hayvanlara, kuşlara ve mikro organizmaya ve bakterilere verdiği zararlar ayrı ayrıdır.

Bir Çay İçimi Köy Enstitüsü

Standard
 
Bazen kafanızdan bir konu geçirirken, hayalini kurduğunuz sahne karşınıza kuruluverir; Sevdiğiniz bir insan, arzu ettiğiniz bir haber sizi düşlerinizden sıyırarak gerçeği ile size sürpriz yapar. Hayalini kurduğunuz şey karşınızdadır.Karşımda duran dev selvi ağacı bana,Tokat yolculuğum sırasında  anayolun sağında, Yıldızeli civarında  gördüğüm eski Pamuk Pınar Köy Enstitüsünü hatırlatmıştı. Aynı güzergah üzerinden geçişim bir yıl içinde ikinci kez gerçekleşiyordu. Tokat, Niksar, Erba, Çorum Alaca, Boğazkale Hattuşaş, Yazılıkaya, Yalınyazı- Maşat yörelerine yeğenim Taner Akçay ile yapacağım bir geziydi.
Otobüs içinde, otuz saniyelik bir manzara ya da görünüm, beni sanki alıp1940’lı yıllara götürmüştü. O yılları yaşamamıştım. Köy Enstitüleri ile ilgili bilgi yoğunluğumun olması bana, o günleri yaşamışım duygusunu veriyordu. Köy Enstitüleri, kırsal kesimi, köylüyü ışıklandırma, aydınlatma, Türkiye’yi kalkındırma projesiydi. Göklere yükselen dev çam ağaçları, sanki bunun kanıtlarıydı.
Gezi anılarımdan ve Köy Enstitülerinden anlatırken, yanımda bulunan arkadaşım Dursun Koçer, beni evine çaya davet etti. Meğer evinde konuk ettiği eşinin babası, bir Köy Enstitülü imiş. Tanıştık. Adının Veli İnce,  1929  Denizli Acıpayam doğumlu 1943_1948 Isparta, Gönen Köy Enstitüsü öğrencilerinden olduğunu söyleyerek konuşmasına devam etti.
“Köyde o yıl, ben hariç, beş öğrenci sınavı kazandı. Sınavdan haberim olmadığı için ben sınava giremedim. Kazanan öğrencilerden biri okula gitmekten vazgeçince, okul müdürümüz bir dilekçe yazarak, elime tutuşturup, sınav kazanan dört öğrenci içinde beni de gönderdi. Okula vardığımızda, benim için bir komisyon oluşturuldu. İmtihan edildim. Karadeniz’e, Akdeniz’e dökülen ırmaklar aklımda kalan sorulardan bazıları. Sınavı kazanmışım.
Okula girince dünyalar benim oldu. Çünkü öküz gütmekten kurtuluyordum.
Fakir Baykurt ile A sınıfında sonuna kadar beraber okuduk. Asıl adı, Tahir’di. O da bizler gibi fakir aile çocuğu idi. Yiğit ve mert, ciddi bir kişiliğe sahipti. O, şiir yazar, ben cümbüş çalardım. Edebiyat üzerine yetenekli bir arkadaşımızdı. Şiirleri, o zamanlar dergilerde yayınlanır, bunları bizzat kendi, bizlere okurdu.Yalnız, el işleri becerisi benim kadar değildi. Okulda ikimiz de inşaat kümesindeydik. Bizden başka, demirci, marangoz gibi kümeler mevcuttu. Büyük ve küçük baş gibi hayvanlarımız ve tavuklarımız bulunurdu. Bunlara bakar, üretir, ürünlerinden beslenirdik. Baktığımız hayvanların eti, sütü yumurtası bizlerin ana besin kaynağıydı.
İnşaatçılar olarak yaz döneminde, Hasanoğlan Köy Enstitüsünün ek bina inşaatını yapmak üzere bizim sınıf tamamen görevlendirildi. 1946 dönemiydi. Isparta Gönen’den Ankara Hasanoğlan’a gittik. O zaman müdürümüz Ömer Uzgil.
Tabiat öğretmeni Vahap Arıkan , bizimle, başımızda görevli olarak Hasanoğlan’a geldi . Bize verilen inşaatı bitirince, o yaz, başarımızdan dolayı, Konya, Mersin, Adana, Hatay, Urfa, Gaziantep, Maraş, Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Samsun illerini kapsayan bir gezi ile ödüllendirildik.
Okullarımızda yattığımız, kendi yaptığımız kerpiçten baraka tipi yerlerdi. Bir koğuşta altmış yetmiş kişi kalırdık. Kızlar ve erkekler tamamen birbirlerinden ayrı yerlerde yatar, kalkarlardı. Sınıflarımız kırk, kırk beş kişilikti. Çoğunlukla bir hafta ders, bir hafta uygulama olurdu.”
Çaylarımızı içtik.
”Anılarınızla , veya günlüklerinizle ilgili yazılı çizili bir şeyiniz yok mu hocam?” dedim. “Hayır, yok. “ dedi
“ Öyleyse, bu çay içimini yazayım izninizle.”
“Tabi ne demek, çok memnun olurum.”
Emekli Öğretmen Veli İnce’ye, anılarını benimle paylaştığı için teşekkür ediyor, rahmetle anıyorum.
Hüseyin Seyfi

Facebook ve kişiye etkileri

Standard

 

Günümüzde sosyal medya büyük küçük herkes tarafından kullanılıyor. Aşağıda gösterilen bilimsel veriler sosyal medyada  aşırı şekilde zaman harcayanların  iç yapıları hakkında bazı ip uçları veriyor.

Sosyal medyayı aşırı kullananlar kimler, bunların endişeleri korkuları var mı, kendilerini emniyette hissediyorlar mı, içe mi kapanıklar,  kişilikleri nasıl, bazılarının iddia ettiği gibi narsist midirler?

İlgili makalelerde yazılmış  bazı alıntılara geçmeden önce narsist hakkında kısa açıklama yerinde olur;

Narsist,  kişilik bozukluğu olarak tanımlanıyor. Kendine aşırı şekilde zaman ayırıyor .Başarısızlıklarını kapatmaya çalışırken kendini büyük görüyor. Karşısındakini dinlemez görünerek onu küçümsüyor. Dıştan aşırı özgüvenli ve başkalarının ilgi ve beğenisine ihtiyacı yokmuş gibi görünse de, ilgi ve beğeniye bağımlı  kişi olarak belirtiliyor [1].

Narsist kişileri tanımak oldukça zor. Çünkü oldukça sevimli ve neşeli görünüyorlar.

Yapılan araştırmalara göre, sosyal medya ve internet kullanımı,  özellikle gençlerde narsist kişilik eğilimini artırıyor, yaratıcılığı ve empati yapmayı öldürüyor.

Sosyal iletişim ağ, özellikle facebook narsistler  için adeta bir cennet. Burada kendilerini gösterirler, yandan önden, yemekte, gezide, partide çekilmiş kendi resimlerini sergilerler. İnsanları beğenmeye, yorum yapmaya davet ederler.

Peki,  narsist facebook’ta  çok mu zaman harcıyor? Facebook onların kendilerini ifade edebildikleri özel bir alan olarak gösteriliyor. Şimdiye kadar aktif facebook kullanıcıları hakkında ciddi ve kapsamlı bir araştırma yapılmadığından bilgiler küçük araştırma sonuçlarına göre .[2]

Sosyal alanda kendini güvende hissetmeyen kişiler Facebook’u daha çok kullanarak resimlere, yazılara, duvarlara yorumda bulunuyorlar. Yaşları 18- 83 olan 600 kişilik bir grupla yapılan bir anket sonucunda, aktif kullanıcıların dışa dönük, kaygı ve endişeleri yüksek, terkedilme ve reddedilme korkusu taşıyanlardan oluştuğu  görülüyor. Geri bildirim almak isteme, insanların kendini beğenip beğenmedikleri hakkında düşüncelerini öğrenme istediğinden kaynaklanıyor.[3]

Beğenildiklerinde ve yanıt aldıklarında mutlu oluyorlar[4]. Az beğenilenler kendilerini mutsuz hissediyorlar. Oysa, çoğu zaman beğenenler aynı kişiler olsa da onlar için fark etmiyor.

Sosyal medya ve internet, aşırı kullanıldığında,  kitap okuma alışkanlığını köreltiyor.. Çocuklarda öğrenme merakını ve ilgiyi öldürüyor. Hüseyin SEYFİ

[1] pedamed.com.tr/tr/icerik/74/narsisizm-caginda-sosyal-medya

[2] Psychology today Catalina Toma ph D

[3] İnsecure people use Facebook more, science confirms- Carolyn Gregoire

[4] Main online- Jonathan O’callaghan,10 feb,2015

Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar

Standard

Anadolu’da geçtiğimiz on yıllar içinde yaşayanlar, yaşları altmış, yetmiş ve üstünde olanlar, hızlı gelişim ve değişimlere tanıklık ederek bizzat yaşayarak gözlediler.
Ortalama altmış yaş ve daha üstündekilerin yaşadığı hızlı değişim, sosyal, siyasi, sağlık, inanç, kültürel, ekonomik alanlarda oldu. Öküz arabasından at arabasına, at arabasından traktör ve otomobile, trene, uçağa geçilerek zaman sanki hızlandı. Bataryalı, pilli radyo dinledi, gramafon çaldı, teyple ses kayda aldı, çanta radyosu taşıdı, siyah beyaz televizyondan renkli ve çok kanallı televizyona oradan internete geçti. Kil topraktan sonra sabun, sabundan sonra şampuan kullandı…
Asırlar ötesinde ne oldu? Örneğin dört bin yıl öncesi ile günümüzde ya da altmış yıl öncesine kadar neler değişti, neler aynı ya da benzer kaldı? Bu konuda örnekler var mı? Varsa neler? Çizilen çerçeve ve zaman içinde belgeler, bulgular, gözlemler, anılar, ve kaynaklar…
Gelenek, görenek ve ritüellerden sahneler.
Uzak geçmişle yakın geçmişe tutulan ayna Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar.
“Üzerinden atların, deve kervanlarının geçtiği ovanın üstünde kıvrıla kıvrıla uzanan tozlu yol şeridi, binlerce yıldır nelere tanık olmadı, kaç uygarlık ağırladı, kaç uygarlık gönderdi, hangi değişimlere tanık oldu?”
Kitap: Anadolu’da Dört Bin Yılı Yaşayanlar
Sayfa: 224
Yazar: Hüseyin SEYFİ
Yayınevi: Grafiker, Aralık, 2016- Ankara

Bağlar bellenirken

Görsel

 

Bahar mevsiminde bile tarlada, bağda, bahçede çalışmaktan dolayı terledikçe bol su kaybeder beden.  Su kaybettikçe susuzluk hissi artar. Pınardan, çeşmeden alınan su, tarlada sıcağın altında biraz beklerse “ılıktır” ne kandırır, ne de doyurur. En yakın pınardan soğuk suyun, tazesinin doldurulması gerekir.

Bağda, bağ belleyen babamın bir işareti ile Sivri’de, büyük bir derenin içindeki Necati’nin pınarına koşar, çanak sürahiyi daldırırdım pınara. Suyun basıncından dolayı, sürahinin ağzı foş foş ses çıkartır ve bir süre sonra da sesi kesilirdi. O zaman anlardım sürahinin dolduğunu. Pınarın soğuk suyundan elimi yüzümü serinletir elimde sürahi ile dereyi tırmanırdım. O mevkide,  susam, ada çayı, papatya, menekşe, kuzu kulağı, dede sakalı, çalı gülleri ve sarı hardal hatırlayabildiklerim.  Hepsi de bahar kokusu salar çevreye mis gibi. Keklikler öterdi derelerde. Bir de, “ hep büyük kuşu.” Aslında öten ibibikti. Lakin, bir masal anlatılırdı bu kuş hakkında. O yüzden hep büyük olarak bilirdik. Masal kısaca şöyleydi;

Sıcak bir yaz günü, uzun yollardan gelen bir yolcunun bostan tarlasının kenarından geçerken içi yanar susuzluktan. Canı bostan çeker. Tarla sahibinden bir bostan ister. Bostan tarlasının sahibi bostanlardan hiç birine kıyamaz yolcuya vermek için. Küçük bir bostan vermek ister, ama bostanların hepsi büyüktür. “Hep büyük,hep büyük” der yolcuya. Ve kıyıp da  bir bostan veremez  yolcuya. Yolcu beddua eder. Hep büyük kuşu ol der. Masal bu ya,  adam, o an kuş olur. Başlar hep büyük, hep büyük diye ötmeye. Bildiğimiz ibibik kuşu. Hani, şu ibibikler öter ötmez ordayım şarkısına konu olan kuş. Kim ne derse desin  kuşun ötüşü bahar kokusu getirir bana. Bilmem, belki de gençliğimin esintisidir.

Bağın ortasındaki zerdali ağacının altında yemek yerdik. Yemek, yufkanın arasında bulgur pilavı ile torba içinde koyun yoğurdu olurdu. Sabah kahvaltıda ise yufka ile sadeyağı içinde pişirilmiş yumurtaydı.

Cıvıl cıvıldı bağlar. İnsan sesleri, kuş sesleri birbirine karışırdı. Bağ bellemek sadece erkek işi değildi. Aynı zamanda kadınlar ve kızlar da çalışırdı. Hatta kızlar ırgat bile olurdu. Bir bağda genç erkekler çalışırken diğerinde de kızlar çalışırdı. Karşılıklı türkü bile söylerlerdi. Erkekler ve kızlar birbiriyle konuşmazlardı, konuşurlarsa laf söz çıkar ayıplanırdı. Karşılıklı ayna tutulur, türkü söylenirdi. Erkeklerin günlüğü on, kızlarınki yedi buçuk liraydı

altmışlı yılların ortasında.

Gün batarken eve dönülür, gün sıcaksa evin dışında kapı önüne kurulurdu sofra. Yere kilimler serilir, duvara yastıklar dayanır açık havada yenilirdi akşam yemeği. Oysa gün boyu açık havada kalınmıştı akşama kadar. Ama evin içi sıkıcı gelirdi yine de. Akşam yemeğinde çorba, patates, dolma mantı, bulgur pilavı, sahanda yumurta, erişte gibi şeyler olurdu. Köfte zahmetli yemekti. Ayrıca et gerekirdi köfte yapmak için. Nohut ve fasulye kış yemekleriydi. Irgat fazlaysa ve o gün bağ belleme işi bitmişse horoz kesilebilirdi.

O yıllarda köyümüz henüz elektrikle aydınlanmıyordu. Gaz lambasıydı evleri aydınlatan. Ay doğduğu zaman sokaklar ay ışığı ile aydınlıktı. Çocuklar, “it kuyuya düştü, kemikçi kömürcü” oynardı.

El feneri veya gemici feneri ile çıkılırdı dışarı.  Köyün en kalabalık olduğu zamandı. Henüz göç hızını almamıştı. Pat sat giden vardı Almanya’ya. Onlar da tek başlarına bekar olarak gitmişlerdi.

Çok değil, birkaç yıl sonra göç hızlandı. Köyden çıkan nasıl ve nereye çakarsa çıksın, bir daha sürekli olarak köye dönmedi. Kim bilirdi Almanya, Fransa yurt tutulacak, Ankara Mamak’ ta bir gecekonduda bir ömür tüketilecekti. İki yılda üç yılda veya düğünde bayramda gelinirse köye bir iki defa.

Göç başlayıp köyler boşaldıkça her alanda değişim hızlandı. Sosyal ilişkilerden tutun günlük yaşama, insan karakterine, kullanılan eşyalara kadar her şey değişti. Öyle bir an geldi ki kırlar, bağlar, bahçeler değişti, kullanılmaz oldu çoğu yerlerde. Her şey  ekonomik değeri ile ölçüldü. “Çarşıdan pazardan alır, daha ucuza mal ederim” düşüncesi bağda bahçede doğal güzelliği ve doğal tadı bitirdi.

Şimdi bağlar harap, bahçeler yok. Kırk yıldır yaşlı ağaçlar insan sesine hasret. Dayanıp ayakta kalabilenler direnmeye çalışıyor. Geriye kalanlar kurumuş.

Boş zamanlarda ara sıra ziyaret ederim onları. Konuşup dertleşiriz. Dedemi anlatırlar, halalarımı. Ben doğmadan ölmüş onlar. Yine de hikayelerini dinlerim. Halı dokuduklarını, yastık dokuduklarını.  Sağda solda kalmış bir iki hatıraları ve zamanın ağıtlarını.

Yârimi sarmışlar allı kilime

Ne gelirse onu derim dilime

Gelsem bile ne geliyor elimden

Üç aylarda dolu vurdu gülüme…

Testi alıp ben ineyim çeşmeye

Sahip ister sarı celep koşmaya

Ölüm ona hak mı idi bibisi

Kedimiz dış basında

Standard

    

 

2014, Mart 30 tarihi itibarı ile ülkemiz bir seçim dönemini daha atlattı.

 Seçmen özelliğini taşıyan ve oy kullanmak isteyen herkes sandık başına giderek oyunu kullandı.

İktidarı elinde tutan AKP, mevcut duruma göre Türkiye’de yerel seçimin galibi görünüyor.

Toplumun ya da bireylerin seçim tercihleri zamana ve ortama göre değişiyor.

Türkiye’de yapılan yerel seçim sonuçları ile ilgili yorumlar çeşitli.

İktidar partisi AKP tarafından sonuçlar tam bir zafer olarak algılandı.

Çoğu yerde yapılan itirazlar nedeni ile sayımlar tekrarlansa da iktidar partisinin oy oranında pek değişiklik yapmayacak.

2014 yerel seçimlerinde, Türkiye muhalefet partileri umduklarını bulamadılar. Üçer puanlık yükselişler, bu kadar yolsuzluk iddialarına göre artış sayılmıyor.

Ortada dönen kaset ve telefon dinlemeleri, evlerde, ayakkabı kutularında ve kasalarda bulunan dolarlar, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının sandığa yansıyıp yansımadığı tartışılıyor. Hoca Cemaatinin de sanıldığı kadar Türkiye siyaseti içinde pek etkili olamadığını dile getirenler çoğunlukta.

Hiçbir seçim sonucu Türkiye genelinde bu kadar tartışma yaratmamıştı. Aradaki oyların sayım farkı azlığından ötürü yapılan itirazlar normal, Yalova’da örneği görüldüğü gibi itirazlar bazen seçim sonucunu değiştirebiliyor.

Türkiye genelinde azımsanmayacak bir kitlenin  iktidara karşı güvensizliği söz konusu. Güvensizlik seçim sonuçlarında da etkili. Bunun haklı nedenleri, çöplerde bulunan mühürlü ve tercihli oy pusulaları,  yaygın elektrik kesintileri ve bu kesintiye baş nedenin kara  kedinin gösterilmesi. Kedinin trafoya çıkışının seçim gününe denk gelmesi ve kırka yakın vilayet elektriğini felç etmesi olağan karşılanmadı.  Siyasette ayakkabı kutularının arasına şimdi de kedi girecek gibi.

Kedimiz dış basında;

“Kedinin seçimi,”

“Seçimdeki kararmanın suçlusu bulundu; kedi,”

Türk Bakan karartma için kediyi suçladı,”

“Kedi Türkiye’deki seçimlere çıkarma yaptı,”

“Bir kedi Türkiye demokrasisinin yönünü nasıl değiştirdi,”

“Seçim hileleri kediye yüklendi,”

haberleri ile verildi.

2014 seçimleri şaibe haberleri ile çalkalandı. Şaibenin  nedeni, iktidar hakkında yolsuzluk iddiaları.ve iktidara güvensizlik.

Türk halkı bilinçli ve sistemli bir şekilde kutuplaştırıldı. Kamplaşan taraflar karşı tarafa güvenmiyor.

Öyle görülüyor ki kutuplaştırma, Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve daha sonra yapılacak genel seçimlere kadar devam edecek. Bu denli keskin kutuplaşmayı Türkiye’nin kaldırıp kaldıramayacağını zaman içinde göreceğiz.

Hüseyin Seyfi

Avanos’ta belediye başkanlığı seçimlerini çok az farkla CHP kazandı. İtirazlar söz konusu oldu, ama şimdiye kadar itirazlar karşısında İlçe Seçim Kurulunca yapılan tekrar değerlendirme sonucu değiştirmedi. Ama itiraz basamak basamak yukarıya doğru çıkıyor. İlla da ben meselesi.

Avanos’ta CHP adayı İsmet İnce’nin etrafında sol oyların birleşmesi Belediye Başkanlığının kazanılmasında etkili oldu.

Ayrıca;

Parti adayının  halk tarafından belirlenmesi, bunun için kayıtlı seçmenlerin katılımı ile CHP tarafından ön seçim yapılması,

Seçim çalışmalarında organize çalışma, bu çalışma içinde kadın ve gençlerin ön planda olması.

Adayın niteliği, yıllardır politika içinde olması, birkaç kez seçime girip kazanamamasına rağmen halka güvenini hiçbir zaman yitirmemesi seçimi kazanmasında diğer bir etken olarak düşünülebilir.

Uzun bir aradan sonra, Avanos’ta CHP, oylarını büyük miktarda artırdı.

Avanos Belediye başkanlığına seçilen İsmet İnce’yi tebrik ediyor, görevinde başarılar diliyoruz. Hüseyin Seyfi

İç savaş açlık sefalet

Standard

 

 

Doğduğun, büyüdüğün, yaşadığın kendi ülkende “başını alıp gitmek” duygusunu yaşamayanlar o duyguyu anlayabilirler mi?

Canından çok sevdiğin ülkenden göçmek zorunda kalmanın insana vereceği ıstırap hayal edilebilir mi?

Ya da, bir başka ülkeye sürgün gitmenin acısı nasıldır acaba?

Kavganın içindekiler, kavganın sonunun olmadığını görüyor. Tarafların birbirine boyun eğdireceği şartlarını kabul ettireceği durum şimdilik görünmüyor. Tarafların  ilahlaştırdığı liderler. Ülkenin geldiği duruma  üzülenler,  kayıtsız kalan tuzu kuru, ya da ahmak yurttaşlara şaşıyorlar. Nasıl üzülmesinler, nasıl yanmasınlar ki; nereden ve nasıl geleceği belli olmayan patlamalar. Yıkılan ve harabeye dönmüş evler. Ölenler, yaralananlar. Kimsesiz kalan çocuklar. Sokaklarda yığın yığın çöpler. Pazarda yükselen fiyatlar. Rüşvet ve yolsuzluklar. Açlık ve sefalet. Ve kuruyan umutları yeşertecek taraflarda gevşeme emaresinin olmayışı. İki yanı karanlık bir dünya, koca bir çıkmaz.

Bahar’ı yaşamış ve yaşamakta olan ülkelerden hangisinin durumu yukarıda anlatmaya çalıştığım durumdan farklı? Her gün yerli ve yabancı gazetelerden- medyadan okuduğumuz, izlediğimiz olaylar. Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Irak ve diğerleri…

Bahardan sonra değişen ne?

 Sonuç daha kötü. Anayasal monarşiler, baskılar, zulümler ve kan.

Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmek istenmesine, eski lider veya rejimlerin baskıcı- otoriter tutum ve davranışları fırsat verdi. Yolsuzluk, rüşvet, baskı ve zulüm içinde kışkırtılmaya hazır olan halk, kışkırtıldı ve ayaklandı.

Ülkemizde de etnik ve siyasi gruplar arasında keskin ayrışma, ayrışmayı körükleme ve kışkırtmalarla geçen zaman içinde daha belirginleşiyor. “Durumunu devam ettirmek için  otokrat liderler halkı kutuplaştır” diyor toplum bilimciler.

 Şiddet, Demokles’in kılıcı tepemizde.Tehditler korku salmalar, “ben gidersem…ben gelirsem…”

Ortadoğu ve İslam tarihçisi  Bernard Lewis, Arap Baharları sırasında, kendisi ile yapılan bir röportajda,  Ortadoğu’da İran dahil, bazı ülkeleri değerlendirirken, “Türkiye’de gidişat tekrar İslam’a yöneldi. Ekonomi, iş dünyası,  akademik toplum, medya, yargı gibi cumhuriyet rejiminin kaleleri hükümet tarafından bir biri arkasına  teslim alınıyor. On yıl içinde İran ve Türkiye yerlerini değiştirebilirler.”

 Kimlik ve politik merkezinin olmadığı,  inanmış insanlar ve ulusların desteklediği, tarafların istediklerini elde edinceye veya isteklerinden  vazgeçinceye kadar devam edecek İslam köktenciliğinin yayılmasına dikkat çeken Bernard Lewis’in, Nisan 2011’de, iki buçuk yıl önce yayınlanan bu röportaj hiçbir muhteremin dikkatini çekmedi mi acaba?  Hüseyin SEYFİ